ŞAKİR HİLMİ KADIOĞLU[1]
Tarihçe-i hayatınızdan bahseder misiniz?
Ben Of'un
Şerah, Köseli köyü sakini Kadızâdeler’den Of müftüsü Hacı Sâlih Efendi’nin
oğlu ulemadan Abdülhamit Efendi'nin oğluyum. Büyük Dedem Kadı idi. Soyadı
kanununa kadar aile Kadızade olarak bilindi. Köyümüz Şerah Köseli Köyü şimdi
Uzungöl adıyla bilinen yerin biraz aşağısında ayrı bir muhtarlıktır. Burada çok
molla, hoca yetişti.
Türkiye’deki
değişiklik İttihat ve Terakki ile başladı. Ondan sonra Cumhuriyet geldi.
İttihat ve Terakki geldiği zaman Dedem müftü idi. İttihat ve Terakki ile
çalışmadı onlar gelince istifasını verdi. Nedeni ise amcamdan dinlediğime göre
İttihat ve Terakki Partisi İktidara gelene kadar kanunlar çalışıyor fakat son
karar aşamasında, bu şekilde karar vermek şer-i şerife uygun mu değil mi diye
müftüye gönderiliyor, müftünün vereceği karara göre neticeleniyordu. İttihat ve
Terakki işte bu uygulamayı kaldırıyor, bu sebeple de dedem istifayı basıyor. Dedemin de o zaman büyük bir forsu var bütün erkân
hareketleniyor neden İstifa ettin diyorlar, o da:
“Şeriat hâkimken mahkûm edildi”. Yani “şeriatın mahkûm edildiği bu devirde ben
müftülük yapamam”. “Bir dua edeceğim siz de âmin diyeceksiniz: Allah sulbümden
kimseye bu makamı nasip etmesin” diyor. Bu
kadar ağır bir yük. Daha sonra ailesinden de
kimse böyle bir talepte bulunmadı. Babama çok zorladılar görev alması için
almadı. Cumhuriyet kuruldu. Babam da Of’un ileri gelen hocalarındandı. Ferşat
Efendi dedemin arkadaşı idi. Tarikat arkadaşıydı aynı zamanda. Babamın da
tarikatle ilişkisi vardı. Nakşî idiler. Cumhuriyet geldi, arkasından sıkıntılar
geldi. Babam Samsun'a geçti. Biz Of’ta kaldık. Anam, çoluk çocuk.
Doğum
yılınız nedir?
Aslında
1930 doğumluyum. Nüfusta 1936 yazılmış. Ben babamı altı ay kadar gördüm. On
yaşıma geldiğimde Samsun’a babamın yanına gönderdiler sonra tekrar Of’a döndüm.
Babamı o kadar tanırım. 1940’ta babam bana Kur’an’ı-Kerimi hatmettirdi.
Elif cüzü yoktu. Kur’an-ı Kerim üzerinden harfleri tanıttı. Babam dönemedi
orada vefat etti 1946 yılında. Babam ölünce hafızlığım yarım kaldı.
Babamın
ilk hocası, amcazadesi, müderris Ali Efendi’den 1947 yılında köyde Arapça ders
almaya başladım. İki üç sene Arapça okudum. Babamın arkadaşı Şaban (Kocaman)
Efendi’den fıkıh okudum. Kudûrî okuttu. Amcam da iyi ferâiz bilirdi. Amcamın
evinde kalırdım. Ferâizim iyidir. Muhtelif hoca ve müderrislerden dersler
okudum. Çalekli Dursun Efendi de benimle çok ilgilenirdi. Görev yaptığı
yer sahil idi. Orada bir yatır vardır, Eyüp Sultan gibi ziyaretine gelirler.
Maraşlı bir yatır. Çalekli Dursun Efendi Of’a yakın bir köyden geldi, dede-baba
hatırı, beni severdi, alır beni müftülüğe çıkardık. “Gel bakalım Hoca’nın oğlu
ne kadar ilerledin?” derdi. Okuma hevesi ile kalktım İstanbul’a geldim.
Yıl kaçtı?
1957.
Osman Hocalar benden ilerde. Onlar usulü fıkıh okuyorlardı.
Ermenekli Safvet Efendi |
İstanbul’a gelme düşüncesi nereden geldi?
Kendi
okuma isteğim. Ufak bir yerden büyük bir şehre geldim. Sağı solu dolaştıktan
sonra Fikri Yavuz’un İstanbul müftülüğünde müsevvid olduğunu öğrendim,
babası muallim idi. Babamın da çok iyi ahbabı idi memleketten. Gittim buldum.
Ben başka bir şey beklemiyorum, “iyi bir hoca arıyorum” dedim. O da biraz ağır
konuşuyordu. Yanındaki bir delikanlı “Abi senin aradığın hoca Beyoğlu Kamer
Hatun’da ders okutan Safvet Hoca” dedi. Ben adresi aldım, derse gittim. Öğle
namazına yetiştim. Baktım yaşlı bir adam. “Hoca bu mu?” dedim. Mahfele çıktık.
Selam verdim, elini öptüm. Eski hocalarda usul başkaydı yabancı biri geldiğinde
“Hoş geldin mevlana” derlerdi. “Nerelisin?” “Of’luyum”. “Ooo” dedi. “Oradan
büyük adamlar yetişti” dedi. “Ne için geldin?” dedi. “Okumaya geldim” dedim. “Hiç
okudun mu?” dedi. Sarf-nahiv saydım. “Oğlum bak şimdi Molla Cami
okunacak, benim dersimi dinle, başka arkadaşlar da okutur onları da dinle sonra
kendin kararını ver” dedi. Molla Cami dersi başladı. Osman Hoca da o günkü usul
i fıkıh dersini okumuşlar derste onlar da vardı. Ders bitti, “Nasıl dersimi
beğendin mi?” dedi. “Estağfirullah Hocam” dedim. “Ne yapacaksın” dedi. “Sizden
okuyacağım” dedim. Rahmetli Osman Hoca ayakta. Osman Hoca’ya “Bu adamcağıza yer
bulun” dedi. Osman Hoca “Yerim var Hocam” dedi. Bana da “Sen yarın Beyazıt’tan
bir Molla Cami al gel” dedi. O kadar. İşe başladık. İki üç ay geçti, “Senin
kulağın alıyor hoca olmak için beş seneyi göze al” dedi. Neyse. Derslere devam
ettim.
Safvet
Hoca’nın babası da hocaymış, okumaya babasından başlamış sonra Konya’ya gelmiş,
burada bir müddet okumuş oradan Beyazıt medresesine gelmiş Arapkirli Hüseyin
Avni Efendi’de Tefsir ve Belağat okumuş.
Mustafa Şeker Hocaefendi |
Hoca
rahmetlinin bir huyu vardı: Diğer hocaların ders bitiminde ellerini öperdik,
adetti, ben de alışmışım. Acele ediyorum, ders biter bitmez elini tuttum öptüm.
“Ulan gafil avladın beni” dedi. Kulağımı çekti. O bayramdan bayrama elini
öptürürdü. Katiyyen el öptürmezdi.
Hafız Hasan Akkuş Hocaefendi |
Ooooo.
Vardı tabii ki. Eminönü Yeni Camii’nde Nuri (Yavuzer) Efendi’den fıkıh dersi
okuyorduk. Dürer. İmamdı kendisi o camide. Aynı zamanda dersiamdı.
Nerede
kalıyordunuz o zaman?
Nuriosmaniye’de kalıyorduk Hasan Akkuş Hocadan da talim alıyorduk.
İki
arkadaş geldi Süleyman Efendi’nin Kısıklı’dan. Bayburtlu Mustafa ile Hikmet.
Bir aya yakın bir zaman geçti, Hocanın elinde bir pusula, daha onlar
tanışmamışlardı ama dersi dinliyorlardı. “Mustafa ile Hikmet kimdir?”
dedi. Dedik “budur”, Mustafa gitti yanına, gülerek ensesini okşamış meğer o
sıralar çok seviyormuş Mustafayı Süleyman Efendi.
Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi |
Süleyman Efendi mi yazmış o pusulayı?
Evet. Duymuş
Süleyman Efendi talebelerinin Safvet Hocaya gittiğini. “İki tane asi talebem
sana gelmiş, enselerine birer tokat vur, bana gönder” demiş. Tabii Safvet Hoca
onlardan çok kıdemliydi.
Yaş olarak
kıdemli?
Evet hem
yaş olarak hem ilim olarak onlardan daha kıdemli. Güldü Hoca hiç aldırış etmedi
baktı ki çocuklar dönmemiş Safvet Hoca cuma günleri tatil ederdi, Süleyman
Hoca gitmiş Safvet Hocanın evine, sohbet bilmem dertleşme falan kalkarken
“sebebi ziyaretim, iki tane asi talebem var onları iade et” demiş. Hoca da
“Süleyman Efendi, ben kimseyi dersten kovmam bırak çocuklar istediği yerde
okusun” demiş. Sonra Hocaefendinin sağlığı epeyce bozuldu.
Satırcı Sk. No:12 |
Elmadağı,
Satırcı Sokak 12 numara. Vatikan konsolosluğu ve Harbiye İlkokulu
arasındaki sokak üzerinde. Radyoevi’nin karşısında Notre Dame de Sion Fransız
Lisesi ve arkasındaki Saint Esprit Katedralinin bahçesinden geçilerek
Hocaefendi’nin evinin de bulunduğu Satırcı sokağa çıkılıyor. Veya Radyoevi’nin
karşısındaki bloğun arkasına dolaşılarak da Satırcı sokağa ulaşılabiliyor.
Safvet
Efendi’nin hanımını yakından tanıma imkanınız oldu mu?
Tabii ki.
Safvet Efendi’nin hanımı Şükriye Anne, öğretmen emeklisiydi.
Şükriye
Hanım sert bir kadınmış herhalde?
Şükriye Anne
bize sert değildi. Hatta bir gün Hoca için “Yaşlandı ama kafası çalışıyor”
demişti. O da öğretmendi.
1960
İhtilali
İhtilal
oldu. 1960 ihtilali. “Hocam fikriniz nedir?” dedim. “Oğlum bu iş 53 sene evvel
başladı” dedi. Hareket ordusu meselesini hatırlatmak, onun devamıdır demek
istedi. “Bu darbenin iki ciheti vardır: Bir ciheti Rusya’nın Amerika’ya
galebesi diğer cephesi de küfrün imana galebesidir” dedi. Hesap ettim 53 seneyi
60’dan çıkarsan 1907 mi eder. 1907’de hazırlık yaptılar. Avcı Taburları falan.
1908’de darbeyi yaptılar. Hoca bu olayın devamıdır demek istedi. “Bu İttihad ve
Terakki’nin devamıdır” dedi. Sonra Menderes idam edildi. Buna üzüldü. Celal
Bayar’a kızardı. “Kızıl Boşboğaz” derdi. “İsmet Paşa, Kızıııl; Celal Bayar Kızıııl”
derdi.
Bu
konuşmalar ders esnasında mı olurdu?
Ders
dışında konuşulurdu. Daha çok ziyaretine gittiğimizde bu tür konuşmalar olurdu.
Kamerhatun Camii Mahfili |
Kamer
Hatun’da dersteyken o günlerde Ay’a çıkılır mı çıkılmaz mı diye tartışılıyordu.
Biz Hocanın ikinci grup talebeleriydik. İki tane adam geldi. Çıktı yukarıya
Hocaya sordular: “Hocam ne dersin? Fikrin nedir? Bu ay meselesinde.” Bak burası
çok önemli. “Bakın Dünya, Ay, Güneş bunların üçü de birer cisim. Üç tane balon
kabul edin. Bir cisimden öteki cisme geçmek hattı zatında mümkün ama insanoğlu
buna muvaffak olur mu olmaz mı ona bir şey diyemem.” Rahmetli Hoca’nın
cevabı budur. Her mümküne de insanoğlunun muvaffak olacağına dair bir şey yok
demek istedi. Daha Ay’a ayak basıldı basılmadı konusu henüz gerçekleşmemişti.
Tartışılıyordu. Camilerde bile konu ediliyordu.
Tam bir
kelamcı bakışı.
Hocanın
kelamcı yönü vardı. Dâvud-ı Karsi’yi severdi. Tasavvufa biraz mesafeli idi.
Öyle şeyler gördük ki hiçbir şey bilmeyen şeyh diye geziyordu. İlimsiz şeyh
olunmaz diyorum. Mürşid-i kamilin birinci vasfı ilim sahibi olmasıdır. İlimsiz
bir yere varılmaz ki. İhlas suresinde kırk tane yanlışı vardır.
Tabi Hoca
gittikçe ağırlaştı. En son gittiğimizde evde hizmetçi vardı.
Yine
Satırcı Sokak no 12’deki evde mi oturuyordu?
Evet aynı
evde oturuyordu. Hoca küçüldü, eridi. Görmüyor. Kendimi tanıttım. Elini öptüm,
duasını aldım. Hanımı vefat etmişti. 1962. Kızıyla oturuyordu.
Bir gün
“Bakın, bir rivayete göre yaşım seksen ala rivayetin seksen beş” bunu 1958 de
söyledi.
Kızı vardı
o da öğretmendi. Damadı Hava Yollarında müdürdü. Hoca kasaptan et aldırmazdı.
Özel kestirirdi. Kızından Hasan isminde bir torunu vardı.
Hoca
hastalandı ve vefat etti. Siz cenazesinde bulunabildiniz mi?
Maalesef
bulunamadım. Beylerbeyi’nde senelerce oturmuş. Hanımının yanına defnedilmiş.
Sonrasında ziyaret ettik. Oturduğu mahalle tamamen Rum’du. Onlarla arası iyi
idi. Hocaya da çok hürmet ederlerdi. Bazan derdi ki: “Ulen bizim gavurlar olsa
çoktan ihbar ederlerdi.” (Gülüşmeler). “Hocam sizden sonra bizi kim okutabilir”
dedim. Safvet Hoca’nın verdiği dersi hiç bir hocada görmedim. Tekrar tekrar
anlatır, anladınız mı? Diye sorardı. Biz anladık dediğimizde “Ulen dalkavukluk
yapmayın anlamadınız” derdi. Şöyle bir düşündü, “Arkadaşlar vardı ama bilmem
hayatta mıdırlar?” dedi. “Nasuhi Efendi nasıldır Efendim?” dedim. “İyidir
iyidir amma oğlum bak bu derslerle güreşmek lazım ben bu dersleri
hazırlamak için geceleri göbeğimi çatlatıyorum” dedi. Nasuhi Hocanın hitabeti
yoktu ama kalemi iyi idi.
Şakir Hilmi Kadıoğlu Hocaefendi |
Üsküdar’da
meydanda Sultan Ahmet Çeşmesi vardır, orada dururken, Selimiye Kışlasının
yanında bir cami var onun imamı Hafız Mustafa Efendi, tanımam ama arakasında
namaz kılmışımdır. Bana baktı süzdü süzdü “Delikanlı ne iş yaparsın” dedi.
“Hocam okuyorum” dedim. “Ne okuyorsun.” “Arapça okuyorum.” “Kimde okuyorsun?”
“Safvet Hocada.” “Haa. Bak, sana onun bir menkıbesini anlatayım” dedi.
Bir ara Kur’an-ı Kerim’i Türkçe okutmaya kalkmışlar ya, “Bizi zorladılar.
Dolmabahçe Sarayının yanındaki cami de tatbikat yeriydi. Bizi oraya topladılar. İtiraz edersen
gidersin kodese. Dışarda gazeteler dağıtılıyor: “Yeni Kur’an çıktı, Yeni Kur’an
çıktı, Yeni Kur’an çıktı” diye. Polis de caminin etrafını çevirmiş. Gelen
hocalar tatbikat amaçlı çıkacak kürsüde meal okuyacak, sonra mihrapta okuyacak.
Paşa da işi Dolmabahçe Sarayından takip ediyormuş. Böyle bir durum. Safvet Hoca
da nereden geldiyse ikindi namazına oraya yetişmiş. Mustafa Hoca diyor ki:
“İkindide sıra bendeydi. Duayı beklemeden kürsüye çıkacağım meali okuyacağım sonra
mihrapta okuyacağım” Safvet Hoca ayağa bir kalkmış. “Muhterem cemaat-i müslimin
beş dakikanızı istirham edeceğim, memlekette bir şeyler oluyor, gazeteler
yazıyor, sağdan soldan da duyuyoruz, buna üzülenler var sevinenler var.
Üzülenlere şunu müjde edeyim ki bunda muvaffak olamayacaklardır. Çünkü Kur’an-ı
Kerim’in hafızı Cenab-ı Haktır. Muhterem Paşamız çok değerli bir erkan-ı
harptir, memleketi düşmandan tathir etmiştir amma Kur’an-ı Kerim’in Türkçe
okunup okunmayacağının erkan-ı harbi biziz” diye bir bağırdı. “Cami bir
karıştı, ben de o karışıklıktan istifade ederek hüngür hüngür ağlayarak kaçtım”
dedi. Bu olayı Mustafa Efendi bana anlattı. O günün şartlarında, onun huzurunda
yahu Sarayla hangi mesafede. Bu kadar cesur.
Osman
Hoca’dan hatırladığınız hatıralar var mı?
Onlar
dersi verdikten sonra ayrılıyorlardı. Dışarda ne yapıyorlardı bilmiyorum.
Derste görüşürdük. Onlar birinci sınıftı. Usul-i fıkıh okuyorlardı. Onlar biter
biz başlardık.
Onlar
kaçta derse başlardı siz kaçta başlardınız?
Biz
öğleden sonra derse başlardık. Onlar öğleden evvel başlarlardı. Ama biz de
onların derslerini dinleyici olarak takip ederdik.
Sizden
sonra grup var mıydı?
Bizden
sonra grup yoktu. Öğleden sonraki ders öğle namazının arkasından olurdu. Usul-i
fıkhı Safvet Hoca gibi okutacak bir kişi bilmiyorum. Bir de Sadreddin Yüksel’i
dinledim bak bu zat fıkıhçı idi. Safvet Hocadan sonra fıkıh okutacak adamdı.
Diyanet onu değerlendiremedi. O bir yerde ders veriyordu gittim dinledim.
Emin Saraç
Hoca var mıydı o dönemde?
Şakir-
Emin Saraç Hoca sonradan geldi Mısırdan. Hoca ekseriya hadis okuturdu. Hizmeti
vardı. Boş adam değildi. Osman Hoca’nın Üsküdar’a geldiğini duydum. Abdullah
Taşdelen ile görüşürdük. Ona Koçero derdik. Hoş bir arkadaştı. Osman Hoca’da
araştırma merakı vardı. Abdullah Hoca girgin bir arkadaştı.
Diyanete
intisap ettiniz. Bu nasıl oldu?
İlim Yayma
Cemiyeti kurs açtı. Hoca Efendiye danıştım. “Hocam bu kursa gideyim mi?”
dedim. “Zamanınızı heder edersiniz” dedi. Sonra ne zaman ki okutamıyordu
sadece ziyaretine gidiyorduk. Yine danıştım. “Hocam gideyim mi?” dedim. Bu
sefer ne dedi biliyor musun? “Git git” dedi. “Şehadetname almasan dahi bilgiden
hali değildir” dedi. Hoca şunu demek istedi: Sağlığı elverseydi bizimle biraz
daha uğraşmak istiyordu.
Kursta Yaman Dede ile tanıştık. Yıl 1961-62. Yaman Dede Hocamdır, Mahir İz Hocamdır.
Bu kursun
amacı imam hatip okulunun orta kısmını dışardan geçmek için açılmıştı. Bizim
gibiler için. Üç sene oraya devam ettim. Mahir Hoca kursa gelirdi. Kurs Mahir
Hocanın fikriydi. Çok ileri görüşlü bir adamdı. Kursu Vefa’da veriyorlardı.
Sonradan orası yurt oldu. Yaman Dede’nin de Mahir Hoca’nın da bana yazdıkları
mektupları vardır. Mahir Hoca İslam Enstitüsünde Hoca idi beni sormuş “Şakir ne
yapıyor?” diye. “Hocam gece lisesine kayt oldu” demişler. Bana bir mektup
yazmış hala saklarım o mektubu. “Not: Küçük bir hediye de koyuyorum bu da
sevincimin bir tezahürüdür.” Bir elli lira koymuş mektubun içine bana gönderdi.
Başarılıydım ve beni severlerdi.
Yaman Dede
de beni severdi. Onun samimi bir müslüman olduğuna inanıyorum. Mühetedi idi.
Şiirleri vardı. Bir gün kendisine nasıl müslüman olduğunu sorduk. “Ben küçükken
ebeveynim beni kiliseye götürürdü ama ben kiliseden hoşlanmazdım hep içimde
Muhammed aşkı vardı” dedi. Büyüdü, evlendi çoluk çocuk sahibi oldu. “Bir gün
çoluk çocuğu topladım, bakın ben senelerdir okudum araştırdım, İslam dinin hak
din olduğunu kabul ediyorum” demiş. Gitmiş 1948 senesinde İstanbul müftülüğünde
kendisini muhtedi defterine kaydettirmiş. Ailesine “Siz de kabul edin” demiş.
Onlar olmaz böyle şey deyince “Peki öyle mi? Bütün mallar sizin” demiş. Sonra
bir Türk hanımla evlenmiş. O hanımı da öğretmenmiş. Çamlıca’da iki katlı bir
evi vardı. Hasta iken gittim ziyaret ettim. Bir gün bana nereden öğrendiyse
benim Arapça okuduğumu “Sülasi masdarlar konusunda bana derli toplu bir yazı
ver” dedi. Ben de “Estağfirullah Hocam” dedim. “O yok yok. İlimde öyle şey yok”
dedi. Sülasi masdarları yazdım bu konuda meğer bir araştırma yapıyormuş. Adama
bak. Okumaya meraklı biri idi. Müthiş bir adam yav. Şunu söylerdi: 31 Mart
Vak’asında Sultan Hamid’in dahlinin olmadığı tarihen sabittir.”
Bir gün
karşılardan geliyorum gazetelerde bir manşet “Tevfik Fikret’in oğlu Haluk
Amerika’da papazlığa terfi” etmiş. Biz o manşeti gördük. Hoca geldi “Evlat
duydunuz mu?” “Neyi Hocam”. “Haşa Haşa Haşa Tevfiğin oğlu papazlığa terfi etmiş.”
Şakir Amca
sonra siz neyle meşgul oldunuz?
Ben ortayı
verdim. İstanbul’da kadrolar tıklım tıklım. Okul ve enstitü, hak onların.
Müracaat ettik olmadı. Bana Çatalca’da bir memurluk verdiler. Orası da
Süleymancıların menbaı imiş. On sene onlarla haşir neşir olduk, kavga ettik
sonra görevimi Eyüp’e naklettim. Bu arada liseyi bitirdim. İmam Hatip birinci
devre diplomam var. Lise diplomam var. Rahmetli Hoca da bize icazet verdi.
İcazeti verdiğinde gözleri iyi görmüyordu o şekilde son kısmını kendi el yazısı
ile yazdı.
İcazet
verdiğinde yıl kaçtı?
1962 idi. “Bakın”
dedim “Benim İcazetnamem var, lise diplomam var, İlahiyat mezunuyum ne
konuşuyorsunuz siz? Asıl ilahiyat mezunu benim.” Hoca’nın mührünü evde bir
hizmetçi var aradılar ama bulamadılar. Sadece imzası var icazetnamede. 2001’de
yaş haddinden emekli oldum.
Hasan Küçük Hocaefendi |
Aradan
uzun yıllar geçti, Mustafa Kahveci var Beşiktaş’ta imamlık yapıyor, o sonradan
geldi, Mustafa Şeker’in, Hasan Küçük’ün ki arkadaşımdır onun da telefonunu
aldım. Bu şekilde görüşmelerimiz oldu.
Safvet Efendi’nin
başına gelenler.
Atıf Efendiyi
bir makalesinden dolayı idam etmişler. Hocayı yakalayamamışlar. Safvet Hoca
Kadıköy’de yürürken, herhalde polismiş, “Hocam polis arkanda” demiş. Hoca
kendini eve atmış. Oradan Varna’ya geçmiş. Karadeniz yoluyla. Varna’ya bağlı
Balaban Köyü var orası İnönü’nün dayılarının köyü. Hocayı beş on gün misafir
etmişler. Lozan’dan dönüşünde niye bize uğramadı diye kızmışlar. Oradan Mısır’a
geçmiş. Mısır’da toplanmışlar. Sabri Efendi orda Yozgatlı İhsan Efendi orda.
Sonra Ankara bir af çıkarmış gelen gelsin demişler. Safvet Hoca’ya da sen bu
ilminle Türkiye’de çalışacaksın demişler. Kalkmış gelmiş Hoca da. Tabi zor bir
dönem.
Ermenekli Safvet Efendi |
Çıra Yaktım Talebe Aradım
“Çıra
yaktım talebe aradım korktular gelip okumaya” derdi. Oturduğu ev gözlerden uzak
kalma amaçlı kenarda bir yerdi. Dersiamların bir maaşı vardı ona Diyanette
müstahıkkin-i ilmiyye denirdi. Bu maaşı Diyanet öderdi. Bildiğim kadarıyla 400
lira maaşı vardı. Satırcılardaki evinde kızı ve damadı ile birlikte
otururlardı. Dam
adı Havayollarında müdürmüş.
Bir bayram, ziyaretine
gittiğimizde baktım kelli felli bir adam geldi. Gelen
adam atmış yaşlarında vardı. Oğluymuş meğer. Mahzun
mahzun; “Neredesiniiiz? Neredesiniiiiz?” Dediğini iyi hatırlıyorum. Tabi biz de
kalktık.
Hoca çocukların
halinden rahatsızdı. “Benim evimde İslam tatbik edilmedikten sonra ben kime ne
diyeyim” derdi.
Safvet
Hoca’da okuyorum deyince hocalar kendilerini bir toplardı. Böyle bir heybet
bırakmış üzerlerinde.
Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi |
Bir
keresinde Hoca’dan Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’ya bana vazife versin diye bir
mektup aldım, gittim Nasuhi Efendi oturuyor, selam verdim; “Hocam Safvet
Hoca’nın selamı var” dedim zarfı verdim. Ayağa kalktı, zarfı ayakta açtı, mektubu öyle okudu. “Ne yapıyor, elinden
öperim, ziyaret edemedim, nasıldır iyi midir?” dedi. Ayağa kalktı ve ayakta okudu.
Hürmete bak. Nerde şimdi o!
Hocalar
üzerinde nasıl bir etki bıraktıysa?
Safvet
Hoca İstanbul’da en kıdemliydi. O zaman Medineli Hacı Osman Akfırat Hoca
vardı. Eyüp’te yatıyor, o da çok muhterem bir insandı, hem tasavvuf hem ilim
hem de tıp bilgisi çoktu, gezerdi, vaaz ederdi. Bir gün “Hocam şuram ağrıyor”
dedim, talebeyiz parasız. Baktı, bileğimden tuttu nabzıma baktı, “şeker kıtlığı”
var dedi. “Al şu şekerleri koy cebine” dedi. Onun kerametine şahidim, müthiş
biri. Camide dinleyen 15-20 kişi şarlatanın biri de çıkmış cemaatinin azlığıyla
alay ediyor. O dedi ki: “Ben kimseye cennetin anahtarını vermiyorum.”
Hafız Nuri Efendi |
Hafız Nuri Efendi
Nuri Hoca
vardı, fıkıh hocamız. Nuri (Yavuzer) Efendi Yeni Camii’nin imamı kurra hafız.
Hasan Küçük ondan aşere-takrib bitirdi. Hasan Küçük arkadaşımdır. Hoca
Efendinin ikinci gruptaki talebelerindendi.
Yaman
Arıkan da sizin grupta mıydı? Kendisi yakın zaman önce vefat etti.
Evet,
bizim grupta idi. Allah rahmet eylesin, hastaydı. Nuri Efendi Nasuhi Efendi ile
birlikte Kuzat mezunudur. Önceleri Yıldız Sarayında Mabeyn İmamı. İttihad ve
Terakki gelince Harbiye Nezaretinde imamlık verilmiş. Harbiye Nezareti ilga
oluncaya kadar orada imamdı. Meşhurları oradan tanıyor. Yüzbaşı İsmet Bey sonra
İnönü oldu, Binbaşı Fevzi Bey sonra Çakmak oldu, Enver zaten meşhur. O Enver
namaza devam edermiş. “Ben İsmet Beyin, Fevzi Beyin arkamda namaz kıldığını
bilmem” derdi. Mareşali sonra evliya yaptılar ya yok öyle bir şey. Nuri Hoca
onlarla görüşürdü. Tanıdığım askeri kişiler “yok inanma Hocam” demişler. Eğer
dindar biri olsaydı oturun aşağı derdi. Kazım Karabekir Paşa’yı
dışladılar. Nuri Efendi de Eyüp’te medfundur.
Safvet
Efendi Nuri Efendi’den kıdemli miydi?
Kıdemliydi.
Safvet Hoca bize hep şunu telkin ederdi; “Sakın kendiliğinizden ayet-i kerimeye
hadislere mana vermeyin. Fıkıh kitaplarına bakın” derdi.
Demokrat Parti Dönemi
Demokrat
Parti musamaha gösterdi herkes harekete geçti. “Takip etmiyorum ne yaparsanız
yapın” dedi adeta. Her cami bir medrese haline geldi. Herkes bildiği kadar bir
şeyler okutmaya başladı. Kısıklıda Süleyman Efendi ders okutuyordu. Talebeleri
ile karşılaşıyoruz, bunlar biz emsileyi üç günde bitiriyoruz, ızharı on beş
günde. O zamanlar Süleymancı tabiri yaygınlaşmamıştı ama söyleyenler vardı.
Nuri Efendi, Süleyman Efendi benim medreseden arkadaşımdı derdi.
Mahir İz
Hoca
Rahmetli
Mahir İz Hoca; “bir kişi iki kişi üç kişi … kitle halinde kitle halinde” derdi.
İmam Hatip Okulunun birinci devresini dışardan vermek üzere yetiştirme kursu
açılıyor, haber aldık, gittik. 1959 yılında bir törenle açıldı bu kurs. Avukat
Yusuf Türel de o zaman İlim Yayma Cemiyeti başkanı. Heyecanlı, ateşli ve
coşkulu biriydi. Törende Yusuf Türel çıktı “Bu kurs buraya açılmakla
inklapların temelleri atıldı” dedi.
Yaman Dede
İmam Hatip
Okulu Vefa’dan Çarşamba’ya taşınıyor. Taşınmada o zaman ki Diyanet işleri
başkanı Eyyüb Sabri Hayırlıoğlu’da vardı. Çok yaşlı bir adamdı. Maarif Vekili
Celal Yardımcı da var. Menderes de geldi. O kadar konuşmalar oldu. İmam Hatip
mezunları için bir enstitünün de açılmasını istiyorlar fakat Maarif Vekaleti
açmıyor. Orada bir fiskos yaptılar merasim sonuna doğru. Enstitünün açılmasını
istiyorlar. Maarif Vekili Celal Yardımcı kürsüye en son geldi. “Muhterem Başvekilimin işaret buyurduğu vecih ile İmam Hatip Mektebi mezunlarının yüksek tahsilini teminen
bir yüksek İslam Enstitüsü açılmıştır” dedi. Menderes bir kelime edemedi.
Hatip adam. Dini siyasete alet etme endişesinden çekindi. Ben bunun şahidiyim.
O sene Fındıklı’da bir ilkokulun bir sınıfında eğitime başladı. Mahir Hoca
orada tasavvuf hocası, Yaman Dede edebiyat hocası. Yaman Dede bir kaç ay
derslere gidemedi, hastaydı. Mahir Hoca bana bir zarf verdi. Yaman Dede
Abdülkadir ismini almıştı “Ona ver, üç aylık maaşı” dedi. Hoca bana güvenmişti.
Gittim evinde buldum. Yatağında yatıyordu, verdim. “Hocam, Mahir Hoca saysın”
dedi, dedim. O da “tamam tamam” dedi. O da o kadar nazik. Böyle de bir hatıram
vardır.
Niyazi Kurtulmuş
Ben İlim
Yayma Cemiyeti’nde çalışırken Numan’ın (Kurtulmuş) babası Niyazi Beyle deri
topladık. Üsküdar Kadıköy benim bölgemdi. Nehrin temelinde damlalar var.
Denizlerde ise nehirler. Bir kadro yetiştirdik hamdolsun. Numan Beyin
babası rahmetli Niyazi Bey: “Bu koministlerdeki iman bizde olsa dünyayı
devirirdik” derdi. Çok samimi bir insandı. Hatıralarımız vardır onlarla.
Üç tane
ortaokul çocuğu geldi Kasımpaşa’dan bir tanesi Tayyib’ti. Hamd olsun. Allah
zayi etmesin.
Seni
görünce Osman Hoca’yı görmüş gibi oldum. Ciddi bir arkadaştı. İstanbul’dayken
nerede kaldı bilmiyorum.
Rahmetli Safvet
Hoca’nın emekleri boşa gitmesin, şartlar malum sizin kuşak biraz rahat hareket
ettiniz, biz çok sıkıntılarla karşılaştık, bakın 1940 senesinde elif ba yok.
Ben Türkçe ezan çok okudum. Ben aynı zamanda yarım hafızım, Meşhur Hafız
Aşıkkutlu’nun köyünde kaldım. Sesim çok güzeldi sonradan bozuldu. “Şakir çık
ezanı oku”. “Tanrı Uludur, Tanrı Uludur…” Sesim de güzeldi hoca her
namazdan sonra aşir okuturdu.
Safvet Hoca’nın
Talebelerinden Mehmet Fakihoğlu
Mehmet
Fakihoğlu vardı o da rahmetli olmuş. Mehmet Fakihoğlu Allah rahmet eylesin
sonradan bir kaç sefer görüştük. Onun hayatı Kasımpaşa’da geçti.
İcazetimi Saim Efendi
Yazdı
Ben
icazetimi Saim Efendi’ye yazdırdım. Hocanın icazetini alıyor bir hattata
yazdırıyorduk.
Dedem
babama Delailü’l-hayrattan icazet vermiş. O zaman böyle bir icazet uygulaması
da varmış.
Bu
memlekete çok şeyler oldu. Şimdi bu hükümet bir şeyleri başardı. Bu inkar
edilir mi? Allah aşkına. Ayasofya Ayasofya. İşte buyur. Kim cesaret
edebildi.
Bediuzzaman Said Nursi |
Said Nursî
ile ilgili bir manşet gördüm bir gün: “Said Kürdi dini alet ediyor, kürtçülüğü
müdafaa ediyor” diye. Hoca’ya sordum. “Yok” dedi. “Bizim Said Efendi’nin öyle
bir şeyi yok amma” dedi. “Biraz kendi fikrini beğenir” dedi. Bizimle istişare
yapmıyor demek istedi. Nuri Efendi’ye sorduk, “Yok” dedi. “Said Efendi şarktan
geldi medreseden, benim odamda yedi ay birlikte kaldık iyi bir arkadaştır”
dedi.
Emekliliğim
Sonra
Eyüb’e geldik. İmam Hatip’i kurduk. Müftülüğün arkasında Kız İmam Hatip’i biz
açtık. Kurs yerini okula vermiştik. Son olarak Diyanet Yayınevi bölümünden emekli
oldum.
[1] Bu kayıt
Eyüp Sultan Camii’nin yanındaki Sıbyan Mektebi’nin bahçesinde İlim Yayma
Cemiyeti’ne tahsis edilmiş mekanda yapıldı. Şakir Amca pandemiden bu yana ilk
defa Şeyhulkurra Ahmet Aslanlar’ın cenazesi için dışarı çıkmış sonra ikinci
çıkışında biz de onunla tanıştık. 23 Ekim 2021.
Yorumlar
Yorum Gönder