Mustafa Şeker
[1]

 

Mustafa Şeker Hocaefendi’yi ne yazık ki geç tanıdım; bunda kusur tamamen bana ait. Aslında yıllar önce onun, Safvet Efendi’nin talebesi olduğunu öğrenmiştim. Pendik Çarşı Camii imamlarından merhum Fikret Cesur Hoca’nın kendisini yakından tanıdığını ve bu vesileyle ulaşabileceğimi de duymuştum. Daha sonra bu tanışıklığın, meşhur Erenköy Kur’an Kursu’na dayandığını öğrendim. Mustafa Hoca bir dönem bu Kur’an Kursu’nda talebelere ders vermiş.

Sanırım 2025 yılının başlarıydı. Eşimle birlikte kendisini evinde ziyaret etmek istemiştim; hasta olduğunu duymuştum. Elimdeki bütün ev ve cep telefonlarını aradım ama ulaşamadım. Evlerini bildiğim hâlde, telefonlara cevap vermedikleri için kapılarına kadar gidip çalmaya çekindim. Velhasıl, kapıdan geri döndük.

Zaman zaman baba ve anne dostlarını arayıp hal hatır sormak gibi bir adetim vardır. Bayramlarda önemli gün ve gecelerde bu hal hatır sormalar gerçekleşir. Bazan da sevk-i ilahi olsa gerek bir şarta bağlı olmadan hatırıma düşerler ve arar, hatırlarını sorar, dualarını isterim. Yine böyle birden aklıma geldi. Mustafa Şeker Hocam hastaydı ne oldu acaba diyerek elimdeki bütün telefonları aradım ama ne hocaya ne ailesine ulaşamadım. İçerenköy’deki evine komşu bir dostumuz Kasap Rıdvan Abi aklıma geldi. Onu arayınca acı haberi duydum. Mustafa Şeker Hocaefendi meğer 5-6 ay önce vefat etmiş. Dünya sürgününden ebedi hayata irtihal etmiş. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.

Aşağıdaki ropörtaj İçerenköy’deki evinde ve evlerine yakın bir yerde bir kafede yaptığımız görüşmenin çözümüdür. Ruhu şad makamı cennet olsun.

 

Değerli hocam kısa öz geçmişinizden bahseder misiniz?

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla, Hamd Allah’a ve salat ve selam peygamberimize, âl ve ashabına ve bütün peygamberlere.

Mustafa Şeker Hocaefendi
1935 doğumluyum. Ama nüfus kâğıdımda 1936 olarak yazılmış. Aslen Çankırı'nın Kurşunlu kasabasındanım, Kurşunlu halen ilçe. Bu ilçenin Kalekapı diye bir mahallesi var. Orada doğmuşum. İlkokulu orada bitirdim. İlkokul son sınıfta okurken 1948 yılında Kurşunlu ilçesinin Merkez Camii’ne Hancı Hafız İdris Efendi namıyla meşhur Kalfatlı bir zat imam olarak geldi. Kalfat o zaman Çankırı'nın Orta ilçesine bağlı bir köydü. İdris Efendi Kurşunlu Merkez Camii’nde bir yıl kadar imamlık yaptı. O zaman ben 13 yaşında idim. İdris Efendi'den elif cüzü okumaya başladım. Hocaefendinin evi ile bizim evimiz, yan yana, kapı komşumuz idi. Hatırladığım kadarıyla o zaman  En’am Suresine kadar Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okudum; sekiz cüz kadar. O tarihlerde Merkez Camii imamına ücretini mahalle sakinleri buğday olarak ödüyordu. Böyle bir anlaşma yapmışlar. İkinci sene ise Hocaefendi durmadı. O yıl için hocaya toplamda ne kadar buğday verdiler onu da bilmiyorum, çocuğum tabii. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim yan yana iki komşu olmamıza rağmen o zamanlar elimde küçük bir elif cüzünü koltuğumun arasında saklayarak giderdim Hocaefendi’nin evine. Siyasetle alakam yok ama o dönemde CHP iktidarda idi. Demokrat Parti de kurulmuş olmakla birlikte durum böyleydi. Yani o tarihlerde Kur’an-ı Kerim’i okutmak ve öğretmek suç kabul ediliyordu. 1946 seçimlerinde Demokrat Parti bir miktar milletvekili çıkartmıştı. 1950'ye kadar CHP iktidarda kaldı.  Her neyse. Bu şekilde Kur'an-ı Kerim'i okumayı öğrendim.

Hocaefendi mahalleli ile ücret konusunda anlaşamayınca babama demiş ki: -bu babamın ifadesi- “Bu çocuk kabiliyetli bir çocuk, ben bunu götüreyim kendi köyümde kendi evimde hafız yapayım.” Hocaefendi Kurşunlu’dan ayrıldı.  Hiç unutmam 1948 yılıydı bir at üzerinde rahmetli babam beni Kurşunlu’dan Kalfat Köyüne götürdü Hocaefendi’nin evine bıraktı. Hocaefendi’nin gelen gidenlerin misafir edildiği bir odası vardı. Orada hafızlığa başladım. Bir buçuk senede hıfzımı bitirdim. Son zamanlarda her gün dört sayfa ezberliyordum.

Köyde, Kalfat’ta, iki cami vardı ve müezzin yoktu. Köyün ortasından bir çay geçiyordu. Hocaefendi bu camilerden birinde imamlık yapıyordu. Kendisi Ayasofya Camii’nde Hafız İdris diye bir imam varmış onun talebesiymiş. Ağzı çok düzgündü ve çok güzel Kur’an-ı Kerim okurdu. Hoca alışmamız için bize ezan okutuyordu ve köyde ezan hep Arapça okunuyordu. Biz de minareye çıkıp Arapça şekliyle ezan okurduk. Ezan okunurken köye bir yabancının gelme ihtimali olduğu günlerde yola nöbetçilik yapan insanlar çıkardı, gözetleme yaparlardı. Yolda yabancı gördükleri zaman ellerini sallarlardı. Ben ezan okuduğum sırada birkaç defa şöyle oldu: Hayyaalessah derken el işareti yapılınca “Haydin namaza, Haydin namaza Haydin felaha, Haydin felaha .. Tanrı Uludur, Tanrı Uludur.. Tanrıdan başka yoktur tapacak” şeklinde Türkçe’ye çevirerek ezan okurdum.

Hafızlığımı bitirdim memlekete  döndüm. O zaman bir merasim yapıldı mı yapılmadı mı? Bilemiyorum. Benim gibi birçok arkadaş vardı. Bunlardan pek çoğu ebedi hayata intikal etti. Memlekete geldikten sonra,  “Ben okuyacağım” dedim. Ankara’da bir ablam yaşıyordu, evliydi, onun yanına gittim. Hacı Bayram Camii’de Mustafa Efendi adında bir zat imamlık yapıyordu. Onun yanında biraz Arapça okudum, Avamil’e kadar. Bu sırada kız kardeşim ve eniştemin yanında kalıyordum. Eniştem annesi ve babası ile birlikte oturuyordu. Anadolu’da akrabayla evlilik yaygındır. Miras başkasına geçmesin diye dayımın bir kızı evlilik çağında idi onunla evlendirmek istemişler beni. Bana bildirdiler. Üç ay geçtikten sonra memlekete döndüm. “Olmaz böyle bir şey” diyerek buna mani oldum. Çok ısrar ettiler ama olmadı. O zaman istemeden anne-babamı kırdım mı? Bilemiyorum. O evliliği kabul etmedim ve “Ben İstanbul’a gideceğim” dedim.

İstanbul’da bir amcam vardı. Büyük Amcam yani babamın amcası. Yazları Kurşunlu’ya gelirdi. Dedem, kardeşine beni göstererek: “Bu torunum okumaya çok meraklı bir çocuk.  İstanbul’a gitmek istiyor. Bunu yanına al” demiş. O almamış.

Fındıklı’da şekercilik yapan Kurşunlu’ya yakın köylerden birinden Halil Ulukaya diye bir tanıdığı vardı durumu ona söylemiş. Bu zat dedem kanalıyla İstanbul’a şekercilik yapan kardeşinin yanına gönderilmiş biriydi. Şekercilik sanatını dedemin kardeşinden öğrenmiş. Bu zatta Fındıklı’da bir şekerci dükkânı açmış. Durumunun da iyi olduğunu tahmin ediyorum. O zat: “Ben torununu yanıma alırım Amca” demiş dedeme. Hiç unutmam rahmetli annem, yatak yastık neler konuluyorsa onları hazırladı, beni bir otobüse bindirdiler. Yıl 1950’nin son ayları.

O dönemde yol yok. İstanbul’la Kurşunlu arası takriben 400 km gibi. Üç günde geldik. Gerede’de otobüste bir gece geceledik. Otobüs Düzce’ye geldi. Düzce’de de bir gece kaldık. Üçüncü gün İstanbul’a geldik. İstanbul’da nasıl olduysa adresi de almışım, Fındıklı’daki şekerci dükkânına geldik. Allah razı olsun, Halil Ulukaya’nın da iki çocuğu vardı. Evi de yokmuş anlaşılan. Dükkânı önde, arkasında imalathane, onun arkasında da bir veya iki odalı bir yer var onlar orada ikamet ediyordu. Halil Ulukaya bana: “Evladım burada kalacaksın sen” dedi. İmalathaneyi göstererek. Başka yerleri de yoktu. Dedemi kıramadığı için yanına aldı beni. Üç gün mü? Beş gün mü? Bir hafta mı? Tam bilemiyorum orada kaldım. O sıralarda Fındıklı Camii’ne namaza gidiyordum. Bu camide Mustafa Paşaoğlu adında bir Hocaefendi imamdı, o da Hakk'ın rahmetine kavuştu. Bu zat daha sonra bildiğim kadarıyla Zonguldak’ın ilçelerinde uzun süre müftülük yaptı. Allah razı olsun iyi bir insandı. Ondan Arapça okumaya başladım. Böyle bir müddet geçti. 

Yine bu arada Bayezid Camii İmamı merhum Hendekli Abdurrahman Gürses Hocaefendi’de talim derslerine başladım. Bunlar 1951 yılının başında olmuştu. Çok defa Beyazıt'a kadar tramvayla gidiyordum. Bazen yürüyerek gittiğimi de hatırlıyorum. Tramvay bileti o zaman 3 kuruştu.

Şekerci Dükkanındaki Günlerim

Şekerci dükkânında imalathanede yatarken, 2-3 gün içinde yatağım ve çarşaflarım simsiyah oluyordu. Bu durumu Halil Amcaya söyleyemedim. Hatta bazen gece kalkardım dükkân şekerci dükkânı ya, şekerler kavanozlar içerisinde, kenara düşmüş şekerlere dikkat ederdim. Dükkân sahibi benden şüphelenir mi diye kaygı duyardım.  Sonra Fındıklı Camii imamı Mustafa Hocaefendi’ye: “Ben buraya talebi olarak geldim, Şekerci Halil Efendi'nin dükkânının arkasında bir imalathane var orada kalıyorum, acaba camide kalsam olur mu?” dedim. Camide başka kalanlar da vardı. “Ben müftü Efendi ile bir görüşeyim” dedi. O zaman müftü merhum Necati Gönül idi. Bu zat meşhur bir edebiyatçının babası idi. İmam onunla görüşmüş o da: “Tabii kalsın” demiş. Böylece ben caminin tefhâne/mahfel denilen, kadınların namaz kıldığı, yerde kalmaya başladım. Fındıklı Camii Mimar Sinan’ın çıraklık döneminde yaptığı şahane bir cami. Küçük bir cami, tam deniz kenarında. Hüseyin diye bir arkadaşımız camide müezzin idi. Caminin dışında, o zaman tinerciler yatıyordu, tiner çeken serseri tipli insanlar. Bunlardan biri müezzini kalçasından bıçaklayıp yaraladı. Fındıklı Camii’nde birkaç yıl ikamet ettim.

Kamer Hatun Camii Mahfeli
(Safvet Efendi burada ders okuturmuş)
Mustafa Paşaoğlu Hocaefendi: “Ben bir hocada okuyorum sen de gel istersen” dedi. O zaman zannederim 1952’nin son aylarıydı. Bu Hocaefendi meşhur Beyazıd dersiamlarından Ermenekli Safvet Efendi imiş. Hocaefendi’de derse başladım. Safvet Hocaefendi o dönemde Fatma Hatun Camii’nde ders okutuyordu. Bu cami İstanbul Teknik Üniversitesinin karşısından Kabataş’a doğru giden yol üzerindedir. İlk defa Safvet Efendi’de derse bu camide gitmeye başladım. Bu arada Hendekli’de talimimi bitirmiştim. Safvet Hoca ile evinde de ders okuduk.

Müezzinlik Yapıyorum

1953 yılıydı zannedersem Abdullah Taşdelen’in de çok iyi bir arkadaşı olan Feneryolu Camii’nde imamlık yapan Konyalı Alaeddin Akçaba “Seni buraya müezzin olarak alalım” dedi. Kardeşi Faruk Akçaba halen sağdır. Feneryolu Camii’nde bir yıl kadar müezzinlik yaptım. 

Hoca’nın Satırcı Sokaktaki evini gördüm. Üç katlı ancak küçük bir ev gibi görünüyor. Ders okuduğunuz oda da küçük müydü?

Çok küçük. Ders okuduğumuz kısım 10-12 metrekare kadardı. Bu odanın altında mutfak vardı. Üst katta ise yatak odasının olduğunu biliyorum, oraya çıktığımı hatırlamıyorum.

O zamanlar Anadolu’nun şehir merkezlerinde ve elbette İstanbul’da cami dersleri vardı. Sizin İstanbul’a geldiğinizde hangi hocalar nerelerde ders okutuyorlardı? 

Fatih Camii’nde ikindi namazından sonra Hüsrev Efendi Buhari okuturdu. Bir kaç defa dersine katıldım. Ayağı Kesik merhum İsmail Efendi vardı. Hafız Hasan Akkuş ise Nuruosmaniye Camii’nde ders okutuyordu. İstanbul’a ilk geldiğimde onda derse başladım bir iki ay gittikten sonra Hendekli’nin derslerine iştirak ettim. 

Hafız Hasan Akkuş Hocaefendi
Hasan Akkuş Hocaefendi dersleri cami içinde mi yapıyordu?

Nuruosmaniye Camii’nin yan tarafında bir bina vardı o binada ders verirdi. Gayet iyi hatırlıyorum Hafız Hasan Efendi bir kaç kişiyi aynı anda dinlerdi. Demek ki hıfzı çok kuvvetliydi. Sonra Hendekliye gittim. Ne kadar zamanda Kur’an’ı başından sonuna kadar okudum şu an hatırlamıyorum. Bir ara Hendekli’yi bırakıp Enderunlu İsmail Efendi’ye talim okumaya gittim. Enderunlu İsmail Efendi Beşiktaş Dikilitaş’ta evi vardı orada ders okutuyordu. Küçük Hamdi Hoca da onda okudu. Üç ayda Sübhaneke’yi geçtim. Hendekli’nin iyi bir talebesi idim. Hendekli Abdurrahman Efendi beni kalfalarına yönlendirmişti. Bu sebeple kırıldım, sonra Hocadan özür diledim. O zamana kadar Kuran’ın yarısını bitirmiştim geri kalan yarısını bizzat Hendekli Hocaefendi kendisi dinledi. 

Enderunlu İsmail Efendi
Bu okuma nasıl oluyordu?

Talim üzere ezbere okumak şeklinde oluyordu. Hafızlığım iyi idi. Kavi idi. Hoca maharic-i huruf konusunda düzeltmeler yapıyordu. Sonradan bir on cüz kadar Aşere de okudum Hoca’dan ama bitiremedim. 

1953 yılıydı zannediyorum Feneryolu’ndaki camide müezzinlik yaptım. Caminin imamı beni idare ediyordu öğle namazına gelmiyordum. Safvet Hoca’ya derse gidiyordum. O sıralarda zannediyorum evinde okutuyordu. Yani Hoca ile ilk ders okumamız bu tarihte başladı. 

Vapurdaki talebeler

Vapurda derse gidip gelirken talebeler görüyordum. Ellerinde çantaları var, kitapları var, kızlar erkekler, okuldan dönüyorlar. Ben niye okula gitmedim diye bir şey oldu içimde. 1953 yılında derslere çalışmaya başladım. 1954’te memleketimde ortaokul imtihanına girdim. 1954 Haziranı’nda üç dersi verdim Eylül’e dört ders kaldı. Memleketimizde bir zat matematik dersine girerdi; Recep Sağdıç diye o kurs açmıştı kursa devam ettik. 1954’ün ikinci devresi sonbahar döneminde tüm dersleri vererek mezun oldum. Mezun olduktan sonra ben yine Fındıklı’da kalıyorum. Evinde kaldığım Halit Ulukaya beni, Taksim Lisesi vardı sonradan Atatürk Erkek Lisesi oldu, buraya kayıt ettirdi. Oraya girdiğimde lise dört seneydi üçe indi. Ben iki sınıfı Fındıklı Camii’nde kalarak okudum.

1954’te Demokrat Partinin ikinci seçimiydi zannederim. 1954’te ramazan hangi güne geliyordu bilmiyorum Alasonlu Büyük Cemal Efendi vasıtasıyla Ayvalık’a ramazan hocalığına gittim. 1953’te de birisi gelmiş Nazilli’de ramazan imamlığına çağırmıştı beni. 1953’te de Nazilli’ye gitmiştik. Şu anki talebelerin durumu iyi bizim talebeliğimizde şartlar çok zordu.

 

Okula düzenli gidip geliyor muydunuz?

Tabii ki. Öğleden sonra da Hocaefendiye derse gidiyordum. Molla Cami’ye başladık, Usul okuduk. Mir’at falan okuduk. 

Osman ve Abdullah Hocalar

Siz zamanı güzel değerlendirmişiniz?

Hatta İmam Hatip Okulu başlayınca Hocaefendi’ye; “İmam Hatip Okuluna girsem mi acaba” dedim. İstemedi. Biz Hocaefendiye devam ettik. O sıralarda Osman Hoca ile tanıştık. Tabi benden önce mi benle birlikte mi derslere başladı onu bilemeyeceğim. Safvet Hoca ile 3-4 saat ders okuyorduk. Molla Cami’yi okuduk. Hoca üç farklı grupta öğrenci okutuyordu; bir öğleden önce, bir öğleden sonra ikindiye kadar bir de ikindiden sonra. Gruplardaki bazı arkadaşları hatırlıyorum mesela Küçük Hamdi’yi hatırlıyorum. Osman Hoca’yı da çok iyi hatırlıyorum. Abdullah Taşdelen’i hatırlıyorum. Osman Hoca’yı Mirkat okurken hatırlıyorum mesela.

Osman Hoca’yı evdeki derslerden mi yoksa Kamer Hatun’da okunan derslerden mi hatırlıyorsunuz?

Kamer Hatun’dan da hatırlıyorum. Orada İbrahim Subaşı da vardı. Kamer Hatun Camii’nde imamlık yapıyordu. Bir de o zaman herkes kendi derdinde idi. Şimdiki talebelerin imkânları gibi bir imkân yoktu. Ayrı ayrı yerlerde kalınıyordu. Ben lisede okuyordum dersten çıktıktan sonra Hocaefendi’ye derse gidiyordum. Liseyi üç senede bitirdim.

Lise kız erkek karışık mıydı?

Okul Atatürk Erkek Lisesi idi. Onun muadili Atatürk Kız Lisesi vardı. Bu ikinci okul sanırım Fındıklı’ya yakın bir yerde idi.   

Lise yıllarından arkadaşlıklardan devam edenler oldu mu?

Aynı camide kaldığımız bir arkadaşımız vardı mesela vefat etti. Şu anda rahatsız olduğunu duyuyorum Konyalı Abdurrahim vardı Sinan Paşa Camii’nde müezzinlikten mütekaid bir arkadaşımız. Lisenin son sınıfına geçtiğim zaman Abdullah Taşdelen “Bizim buraya gel” dedi. Bir sene de orada Kuledibi’ndeki Şahsuvar Bey Camii’nde kaldım. 

Liseyi bitirdikten sonra Hocaefendi’ye “Nereye gideyim” falan dedim. Ona da sordum. “Hukuka git” dedi. Hocaefendi’nin oğlu da meşhur bir avukattı, Gümrük Hukukunda İstanbul’un meşhur avukatlarından Faruk Oralbi. 

Oralbi soyadı ne anlama geliyor?

Bilmiyorum. Sonradan soyadını değiştirmiş. Biliyorsunuz Hocaefendi 150’liklerden. Bir dönem Türk Vatandaşlığından ıskat edildikten sonra yurt dışına gitmiş. Keşke o günlerde sorsaydık, yazsaydık.  Ama ben hiç unutmam mesela ders okuturken “Allaha namütenahi şükürler olsun, Ya Rab sen bu çocukları bana  nasip ettin ben bunlara ders okutuyorum” derdi. Ve hiç unutmam bir kaç defa bunu anlattı vatandaşlığa geri alındıktan sonra dönüyor Beylerbeyi’nde veya Çengelköy’de oturmaya başlıyor. “Ben çocuklar” derdi “On beş sene sırf  elif cüzü okutmak için talebe aradım bulamadım” derdi. “Sizi buldum Allah’a namütenahi şükürler olsun” derdi. On beş sene bilhassa Halk Parti devrinde. 

Ben Hukuk’u da normal bitirdim. Hukuka giderken bir taraftan da derse gidiyordum. Zannederim 1962 yılında fakülteyi bitirdim. 1962 de okulu bitirdikten sonra Hocaefendi’nin oğlunun yanında staja başladım. Ancak o pek gelmiyordu iş yerine. Staj döneminde çalışmak da yasaktı. Abdullah Taşdelen’in de çok iyi dostu olan Alaeddin Akçaba’nın kardeşinin imamlık yaptığı Marputçular Camii vardı, o Yüksek İslam Enstitüsüne gidiyordu, öğle namazında orada oluyordum ayrıca mukabele okuyordum. Bir sene de öyle kaldım. Bunu tabi kimseye söylemedik. Söyleseydik baro stajımızı yakardı. Gerçi bunların resmi bir kaydı yoktu. Staj bittikten sonra askere gittik. Ben askere gittiğimde 1962, galiba Hoca iyi idi. Hoca 1964’te vefat etti. Vefatında bulunamadım ne yazık ki.

Şunu da söylemem gerekir ki Babanız Osman Hoca, İbrahim Subaşı ve bazı arkadaşlar icazetname aldık.

Ermenekli Safvet Efendi

İcazetnameyi nasıl verdi?

İcazetnameyi bir hattata yazdırdılar. Son kısmını Hoca doldurdu. “Kale eş_Şeyh Safvet  Ermeneki ….  ismimizi zikretmek suretiyle imza etti. İcazetnamenin şeceresi ta Hz. Peygambere kadar dayanır bilirsiniz. Medrese usulü Arapça fevkalade bir şeydi. Ben ne öğrendiysem Hocaefendi’den öğrendim.

Askerliğimi Ardahan’da yedek subay olarak yaptım. Hatta bu görevim sırasında 1963 olması lazım Ardahan’ın bir camisinde cuma günleri vaaz veriyordum. Bir hukuk mezunu olarak Adli Subay rutbesiyle askerlik yaptım. Askerlikten döndükten sonra avukatlığa başladım ama mesleğe ısınamadım. İki veya üç sene çalıştım. Yazıhane açtım. Isınamadım. Bu arada şunu da unutmayalım ben fakülteyi bitirdikten sonra bir buçuk  iki yıl Arnavutköy’de Mecidiye Camii’nde vekil imamlık da yapmıştım. Fuat (Çamdibi) Efendi o zamanlar Beşiktaş müftüsü idi. Diyanet’e müracaat ettim ve bu çalışmamı belirttim. Onlar “Yeni bir kanun çıktı imam hatip okulu mezunu olmanız lazım” dediler. Bunun üzerine imam hatip okulunu dışardan bitirme imtihanlarına girdim. Zannedersem 1966’ idi. 

Bu arada Bağlarbaşı’ndaki İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne kayıt oldum. Oraya da fazla gidemiyordum. Zaten benim okuduğum bildiğim derslerdi. 1970 yılında Enstitüyü bitirdim. Hem de çok iyi bir derece ile. Vaizliğim devam ediyordu. Erenköy Kur’an Kursunda da hocalık yapıyordum. Oradan baya güzel talebeler yetişti. Arapça dersi veriyordum.  Bu arada ben İşletme fakültesinde doktora seminerlerini bitirdim.  

Hangi üniversite?

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi. Hukuk fakültesinde ihtisas seminerleri vardı onun birini hukuk alanında yapmıştım diğer semineri ise işletme alanında yapayım dedim. 

Almanya Dönemi

Sonra Almanya’da bir cami imam arıyormuş. Ahmet Şimîde (SCHMIEDE, Hanspeter Achmed) isminde bir zat buradan Türkiye’ye gelmiş. Çok güzel Türkçe konuşan ihtida etmiş bir Alman. Diyanetin bazı kitaplarını Almanca’ya tercüme etti. Mesela Diyanet’in küçük bir İlmihali vardı onu Almancaya tercüme etti. Hayrettin Karaman’ın “Helal ve Haramlar” adlı kitabını tercüme etti. Çok güzel Türkçesi vardı. O konuşurken Türk müdür Alman mıdır ayıramazdınız. Bu kadar mükemmel Türkçe konuşurdu. Vefat etti, Allah rahmet eylesin. İstanbul’da soruşturmuşlar. Yüksek tahsili olsun istemişler. Beni tavsiye etmişler. Geldiler beni çağırdılar ben de 1974 yılında Almanya’ya gittim.  

Bu kuruluşun adı neydi ve nereye bağlıydı?

Güney Almanya İslam Cemaati adında bir kuruluştu. Sonra Almanya İslam Cemaati olarak adını değiştirdiler. İhvan-ı Müslimin’in kurduğu bir kuruluştu. Bu kuruluşun Almanya’da çok hizmetleri oldu; kitaplar çıkarırdı. Orada 1974’ten 1999’a kadar hoca, imam olarak çalıştım. 1962 yılında evlenmiştim, eşimi de götürdüm, bir kızım orada tıp fakültesini bitirdi. Ben de Almanya’dan emekli oldum. 1999’un sonunda Türkiye’ye döndüm ama 2009’a kadar da gittim geldim. 2009’da Almanya’da oturma hakkımı falan öldürdüm tamamen Türkiye’ye yerleştim. Şu anda Kur’an’ı anlama ve hıfzımı sağlamlaştırma çalışmalarıyla meşgulüm. 

Mustafa Şeker Hocaefendi

Hayat serüveninizle ilgili verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Tekrar Safvet Hoca ve Osman Hoca ile ilgili aklınızda kalanlara dönecek olursak neler söylersiniz?

Hocaefendi'nin ders takrirleri fevkalade idi. Muhtemelen ders öncesi kendisi hazırlık yapıyordu. Hoca yüz elliliklerden ve vatandaşlıktan iskat edilmiş sonra vatandaşlığa alınmış birisiydi. Dersiam maaşı alıyordu. Bu nedenle: “Ben aldığım maaşı helal ettirmek ve Allah’ın huzurunda onun hakkını ödeyebilmek için ders okutmak mecburiyetindeyim” derdi. Sabahleyin ileri seviyede ders okuyanlar, öğleden sonra orta ve üzeri düzeydekilere ikindi namazından sonra özellikle Teknik Üniversite’den derse gelenlerle ders yapıyordu.

Günün farklı zamanlarında değişik katmanlardan talebelerle ders yapıyordu demek ki.    

Çok mükemmel bir ders anlatırdı. Okunacak kısımları bize okuturdu. Babanız, İbrahim Subaşı ve ben aynı derslerde buluştuğumuz olurdu.  Keşke o zamanlar yaptığımız derslerle ilgili notlar alsaydık, almadık maalesef. Bazı talebeleriyle ben hala görüşüyorum. Mesela Of’lu Şakir Efendi vardı Eyüp’te oturuyor. Talebelerinden hayatta kalan da pek kalmadı.  Ben varım. Küçük Hamdi var ki benden bir kaç yaş küçüktür. Beşiktaş’ta oturuyor. Çanakkale’de görev yapan Zeyneddin Çelik isminde bir arkadaşımız vardı. O da hasta galiba ara sıra görüşüyorduk. O benden bir yaş büyük. O da Safvet Hoca’nın talebelerinden idi.

Safvet Efendi’nin hanımı talebelere biraz soğuk davranırmış diye bir şey duymuştum?

Hocanın hanımı biraz huzursuzdu, istemezdi Hocanın talebe okutmasını istemezdi. 

Yaşadığı sıkıntılardan dolayı belki de?

Belki de. Bir hatıramı anlatayım. Hoca hafızlığa çok önem verirdi. Hemen hemen talebelerinden hepsi hafızdı. Ders sırasında şahit olarak Kur’an’dan ayetler geçerdi. Bize “bu ayet nerede geçer?” diye sorardı. Çoğu kez bilirdik tabii ki. Hafızlığımız hakikaten iyi idi. Şimdi de anlamak ve unutmamak için okuyorum. Geçmişte Almaya’ya gitmeden önce İstanbul’da Muammer Topbaş merhumun evinde hatimle teravih kıldırdım. Her neyse. Ayet gelince çoğu kez bilir bazen da yerini bilemediğimiz olurdu. Hangi ayet, hangi sure, sayfanın başında sonunda ortasında arkasında…  Hocaefendi hemen okurdu ve “Ulen” derdi. “İşte bu ayet şu şu surede, şu ayetten önce şu ayetten sonra” derdi. “Sizin ‘Ha’nız gitmiş ‘fız’ınız kalmış” derdi. “Ben atmış yaşında hafız oldum” derdi. Küçük Hamdi “Ben kırk yaşımda hafız oldum” dediğini hatırlıyormuş, böyle bir fark var. “Bize ezberlerinizi namazda okuyun” derdi. Ben namazda okuyorum ve hakikaten namazda okuduğum ayetler daha kalıcı oluyor. Bir de Kuran’ı anlayarak okumak o da bam başka bir şey. 

Mustafa Şeker Hocaefendi ve Ben
Babanızı (Osman Hoca’yı) ders sırasında hatırlıyorum. Ben kendisini vaiz olarak biliyordum. 

Bu çalışmanız çok güzel düşünülmüş bir çalışma tebrik ediyorum sizi. 

Verdiğiniz bilgiler için ben de size teşekkür ederim.

 

 

   

 

                                    

 



[1] Bu kayıt 16 Ekim 2021 cumartesi günü Mustafa Şeker Hoca’nın İçerenköy'deki evinde (14.00-15.30) yapılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar