Mustafa Şeker[1]
Mustafa Şeker Hocaefendi’yi ne yazık ki
geç tanıdım; bunda kusur tamamen bana ait. Aslında yıllar önce onun, Safvet
Efendi’nin talebesi olduğunu öğrenmiştim. Pendik Çarşı Camii imamlarından
merhum Fikret Cesur Hoca’nın kendisini yakından tanıdığını ve bu vesileyle
ulaşabileceğimi de duymuştum. Daha sonra bu tanışıklığın, meşhur Erenköy Kur’an
Kursu’na dayandığını öğrendim. Mustafa Hoca bir dönem bu Kur’an Kursu’nda
talebelere ders vermiş.
Sanırım 2025 yılının başlarıydı. Eşimle
birlikte kendisini evinde ziyaret etmek istemiştim; hasta olduğunu duymuştum.
Elimdeki bütün ev ve cep telefonlarını aradım ama ulaşamadım. Evlerini bildiğim
hâlde, telefonlara cevap vermedikleri için kapılarına kadar gidip çalmaya
çekindim. Velhasıl, kapıdan geri döndük.
Zaman zaman baba ve anne dostlarını arayıp
hal hatır sormak gibi bir adetim vardır. Bayramlarda önemli gün ve gecelerde bu
hal hatır sormalar gerçekleşir. Bazan da sevk-i ilahi olsa gerek bir şarta
bağlı olmadan hatırıma düşerler ve arar, hatırlarını sorar, dualarını isterim.
Yine böyle birden aklıma geldi. Mustafa Şeker Hocam hastaydı ne oldu acaba
diyerek elimdeki bütün telefonları aradım ama ne hocaya ne ailesine ulaşamadım.
İçerenköy’deki evine komşu bir dostumuz Kasap Rıdvan Abi aklıma geldi. Onu
arayınca acı haberi duydum. Mustafa Şeker Hocaefendi meğer 5-6 ay önce vefat
etmiş. Dünya sürgününden ebedi hayata irtihal etmiş. Allah rahmet eylesin
mekanı cennet olsun.
Aşağıdaki ropörtaj İçerenköy’deki evinde
ve evlerine yakın bir yerde bir kafede yaptığımız görüşmenin çözümüdür. Ruhu
şad makamı cennet olsun.
Değerli hocam kısa öz geçmişinizden
bahseder misiniz?
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla, Hamd
Allah’a ve salat ve selam peygamberimize, âl ve ashabına ve bütün
peygamberlere.
Mustafa Şeker Hocaefendi |
Hocaefendi mahalleli ile ücret konusunda
anlaşamayınca babama demiş ki: -bu babamın ifadesi- “Bu çocuk kabiliyetli bir
çocuk, ben bunu götüreyim kendi köyümde kendi evimde hafız yapayım.” Hocaefendi
Kurşunlu’dan ayrıldı. Hiç unutmam 1948 yılıydı bir at üzerinde rahmetli
babam beni Kurşunlu’dan Kalfat Köyüne götürdü Hocaefendi’nin evine bıraktı. Hocaefendi’nin
gelen gidenlerin misafir edildiği bir odası vardı. Orada hafızlığa başladım.
Bir buçuk senede hıfzımı bitirdim. Son zamanlarda her gün dört sayfa
ezberliyordum.
Köyde, Kalfat’ta, iki cami vardı ve
müezzin yoktu. Köyün ortasından bir çay geçiyordu. Hocaefendi bu camilerden birinde
imamlık yapıyordu. Kendisi Ayasofya Camii’nde Hafız İdris diye bir imam varmış
onun talebesiymiş. Ağzı çok düzgündü ve çok güzel Kur’an-ı Kerim okurdu. Hoca
alışmamız için bize ezan okutuyordu ve köyde ezan hep Arapça okunuyordu. Biz de
minareye çıkıp Arapça şekliyle ezan okurduk. Ezan okunurken köye bir yabancının
gelme ihtimali olduğu günlerde yola nöbetçilik yapan insanlar çıkardı,
gözetleme yaparlardı. Yolda yabancı gördükleri zaman ellerini sallarlardı. Ben
ezan okuduğum sırada birkaç defa şöyle oldu: Hayyaalessah derken el işareti
yapılınca “Haydin namaza, Haydin namaza Haydin felaha, Haydin felaha .. Tanrı
Uludur, Tanrı Uludur.. Tanrıdan başka yoktur tapacak” şeklinde Türkçe’ye
çevirerek ezan okurdum.
Hafızlığımı bitirdim memlekete
döndüm. O zaman bir merasim yapıldı mı yapılmadı mı? Bilemiyorum. Benim gibi
birçok arkadaş vardı. Bunlardan pek çoğu ebedi hayata intikal etti. Memlekete
geldikten sonra, “Ben okuyacağım” dedim. Ankara’da bir ablam yaşıyordu,
evliydi, onun yanına gittim. Hacı Bayram Camii’de Mustafa Efendi adında bir zat
imamlık yapıyordu. Onun yanında biraz Arapça okudum, Avamil’e kadar. Bu sırada
kız kardeşim ve eniştemin yanında kalıyordum. Eniştem annesi ve babası ile birlikte
oturuyordu. Anadolu’da akrabayla evlilik yaygındır. Miras başkasına geçmesin
diye dayımın bir kızı evlilik çağında idi onunla evlendirmek istemişler beni.
Bana bildirdiler. Üç ay geçtikten sonra memlekete döndüm. “Olmaz böyle bir şey”
diyerek buna mani oldum. Çok ısrar ettiler ama olmadı. O zaman istemeden
anne-babamı kırdım mı? Bilemiyorum. O evliliği kabul etmedim ve “Ben İstanbul’a
gideceğim” dedim.
İstanbul’da bir amcam vardı. Büyük Amcam
yani babamın amcası. Yazları Kurşunlu’ya gelirdi. Dedem, kardeşine beni
göstererek: “Bu torunum okumaya çok meraklı bir çocuk. İstanbul’a gitmek istiyor. Bunu yanına al”
demiş. O almamış.
Fındıklı’da şekercilik yapan Kurşunlu’ya
yakın köylerden birinden Halil Ulukaya diye bir tanıdığı vardı durumu ona
söylemiş. Bu zat dedem kanalıyla İstanbul’a şekercilik yapan kardeşinin yanına
gönderilmiş biriydi. Şekercilik sanatını dedemin kardeşinden öğrenmiş. Bu zatta
Fındıklı’da bir şekerci dükkânı açmış. Durumunun da iyi olduğunu tahmin
ediyorum. O zat: “Ben torununu yanıma alırım Amca” demiş dedeme. Hiç unutmam
rahmetli annem, yatak yastık neler konuluyorsa onları hazırladı, beni bir
otobüse bindirdiler. Yıl 1950’nin son ayları.
O dönemde yol yok. İstanbul’la Kurşunlu arası takriben 400 km gibi. Üç günde geldik. Gerede’de otobüste bir gece geceledik. Otobüs Düzce’ye geldi. Düzce’de de bir gece kaldık. Üçüncü gün İstanbul’a geldik. İstanbul’da nasıl olduysa adresi de almışım, Fındıklı’daki şekerci dükkânına geldik. Allah razı olsun, Halil Ulukaya’nın da iki çocuğu vardı. Evi de yokmuş anlaşılan. Dükkânı önde, arkasında imalathane, onun arkasında da bir veya iki odalı bir yer var onlar orada ikamet ediyordu. Halil Ulukaya bana: “Evladım burada kalacaksın sen” dedi. İmalathaneyi göstererek. Başka yerleri de yoktu. Dedemi kıramadığı için yanına aldı beni. Üç gün mü? Beş gün mü? Bir hafta mı? Tam bilemiyorum orada kaldım. O sıralarda Fındıklı Camii’ne namaza gidiyordum. Bu camide Mustafa Paşaoğlu adında bir Hocaefendi imamdı, o da Hakk'ın rahmetine kavuştu. Bu zat daha sonra bildiğim kadarıyla Zonguldak’ın ilçelerinde uzun süre müftülük yaptı. Allah razı olsun iyi bir insandı. Ondan Arapça okumaya başladım. Böyle bir müddet geçti.
Yine bu arada Bayezid Camii İmamı merhum Hendekli
Abdurrahman Gürses Hocaefendi’de talim derslerine başladım. Bunlar 1951 yılının
başında olmuştu. Çok defa Beyazıt'a kadar tramvayla gidiyordum. Bazen yürüyerek
gittiğimi de hatırlıyorum. Tramvay bileti o zaman 3 kuruştu.
Şekerci Dükkanındaki Günlerim
Şekerci dükkânında imalathanede yatarken,
2-3 gün içinde yatağım ve çarşaflarım simsiyah oluyordu. Bu durumu Halil Amcaya
söyleyemedim. Hatta bazen gece kalkardım dükkân şekerci dükkânı ya, şekerler
kavanozlar içerisinde, kenara düşmüş şekerlere dikkat ederdim. Dükkân sahibi
benden şüphelenir mi diye kaygı duyardım. Sonra Fındıklı Camii imamı
Mustafa Hocaefendi’ye: “Ben buraya talebi olarak geldim, Şekerci Halil
Efendi'nin dükkânının arkasında bir imalathane var orada kalıyorum, acaba
camide kalsam olur mu?” dedim. Camide başka kalanlar da vardı. “Ben müftü
Efendi ile bir görüşeyim” dedi. O zaman müftü merhum Necati Gönül idi. Bu zat
meşhur bir edebiyatçının babası idi. İmam onunla görüşmüş o da: “Tabii kalsın” demiş.
Böylece ben caminin tefhâne/mahfel denilen, kadınların namaz kıldığı, yerde
kalmaya başladım. Fındıklı Camii Mimar Sinan’ın çıraklık döneminde yaptığı şahane
bir cami. Küçük bir cami, tam deniz kenarında. Hüseyin diye bir arkadaşımız
camide müezzin idi. Caminin dışında, o zaman tinerciler yatıyordu, tiner çeken
serseri tipli insanlar. Bunlardan biri müezzini kalçasından bıçaklayıp yaraladı.
Fındıklı Camii’nde birkaç yıl ikamet ettim.
Kamer Hatun Camii Mahfeli (Safvet Efendi burada ders okuturmuş) |
Müezzinlik Yapıyorum
1953 yılıydı zannedersem Abdullah
Taşdelen’in de çok iyi bir arkadaşı olan Feneryolu Camii’nde imamlık yapan Konyalı
Alaeddin Akçaba “Seni buraya müezzin olarak alalım” dedi. Kardeşi Faruk Akçaba
halen sağdır. Feneryolu Camii’nde bir yıl kadar müezzinlik yaptım.
Hoca’nın Satırcı Sokaktaki evini gördüm. Üç katlı ancak küçük bir ev gibi görünüyor. Ders okuduğunuz oda da küçük müydü?
Çok küçük. Ders okuduğumuz kısım 10-12
metrekare kadardı. Bu odanın altında mutfak vardı. Üst katta ise yatak odasının
olduğunu biliyorum, oraya çıktığımı hatırlamıyorum.
O zamanlar Anadolu’nun şehir merkezlerinde
ve elbette İstanbul’da cami dersleri vardı. Sizin İstanbul’a geldiğinizde hangi
hocalar nerelerde ders okutuyorlardı?
Fatih Camii’nde ikindi namazından sonra Hüsrev
Efendi Buhari okuturdu. Bir kaç defa dersine katıldım. Ayağı Kesik merhum İsmail
Efendi vardı. Hafız Hasan Akkuş ise Nuruosmaniye Camii’nde ders okutuyordu.
İstanbul’a ilk geldiğimde onda derse başladım bir iki ay gittikten sonra
Hendekli’nin derslerine iştirak ettim.
Hafız Hasan Akkuş Hocaefendi |
Nuruosmaniye Camii’nin yan tarafında bir bina
vardı o binada ders verirdi. Gayet iyi hatırlıyorum Hafız Hasan Efendi bir kaç
kişiyi aynı anda dinlerdi. Demek ki hıfzı çok kuvvetliydi. Sonra Hendekliye
gittim. Ne kadar zamanda Kur’an’ı başından sonuna kadar okudum şu an
hatırlamıyorum. Bir ara Hendekli’yi bırakıp Enderunlu İsmail Efendi’ye talim
okumaya gittim. Enderunlu İsmail Efendi Beşiktaş Dikilitaş’ta evi vardı orada
ders okutuyordu. Küçük Hamdi Hoca da onda okudu. Üç ayda Sübhaneke’yi geçtim.
Hendekli’nin iyi bir talebesi idim. Hendekli Abdurrahman Efendi beni
kalfalarına yönlendirmişti. Bu sebeple kırıldım, sonra Hocadan özür diledim. O
zamana kadar Kuran’ın yarısını bitirmiştim geri kalan yarısını bizzat Hendekli Hocaefendi
kendisi dinledi.
Enderunlu İsmail Efendi |
Talim üzere ezbere okumak şeklinde
oluyordu. Hafızlığım iyi idi. Kavi idi. Hoca maharic-i huruf konusunda
düzeltmeler yapıyordu. Sonradan bir on cüz kadar Aşere de okudum Hoca’dan ama
bitiremedim.
1953 yılıydı zannediyorum Feneryolu’ndaki
camide müezzinlik yaptım. Caminin imamı beni idare ediyordu öğle namazına
gelmiyordum. Safvet Hoca’ya derse gidiyordum. O sıralarda zannediyorum evinde
okutuyordu. Yani Hoca ile ilk ders okumamız bu tarihte başladı.
Vapurdaki talebeler
Vapurda derse gidip gelirken talebeler
görüyordum. Ellerinde çantaları var, kitapları var, kızlar erkekler, okuldan
dönüyorlar. Ben niye okula gitmedim diye bir şey oldu içimde. 1953 yılında
derslere çalışmaya başladım. 1954’te memleketimde ortaokul imtihanına girdim. 1954
Haziranı’nda üç dersi verdim Eylül’e dört ders kaldı. Memleketimizde bir zat
matematik dersine girerdi; Recep Sağdıç diye o kurs açmıştı kursa devam ettik. 1954’ün
ikinci devresi sonbahar döneminde tüm dersleri vererek mezun oldum. Mezun
olduktan sonra ben yine Fındıklı’da kalıyorum. Evinde kaldığım Halit Ulukaya
beni, Taksim Lisesi vardı sonradan Atatürk Erkek Lisesi oldu, buraya kayıt
ettirdi. Oraya girdiğimde lise dört seneydi üçe indi. Ben iki sınıfı Fındıklı
Camii’nde kalarak okudum.
1954’te Demokrat Partinin ikinci seçimiydi
zannederim. 1954’te ramazan hangi güne geliyordu bilmiyorum Alasonlu Büyük
Cemal Efendi vasıtasıyla Ayvalık’a ramazan hocalığına gittim. 1953’te de birisi
gelmiş Nazilli’de ramazan imamlığına çağırmıştı beni. 1953’te de Nazilli’ye
gitmiştik. Şu anki talebelerin durumu iyi bizim talebeliğimizde şartlar çok
zordu.
Okula düzenli gidip geliyor muydunuz?
Tabii ki. Öğleden sonra da Hocaefendiye
derse gidiyordum. Molla Cami’ye başladık, Usul okuduk. Mir’at falan
okuduk.
Osman ve Abdullah Hocalar |
Siz zamanı güzel değerlendirmişiniz?
Hatta İmam Hatip Okulu başlayınca Hocaefendi’ye;
“İmam Hatip Okuluna girsem mi acaba” dedim. İstemedi. Biz Hocaefendiye devam
ettik. O sıralarda Osman Hoca ile tanıştık. Tabi benden önce mi benle birlikte
mi derslere başladı onu bilemeyeceğim. Safvet Hoca ile 3-4 saat ders okuyorduk.
Molla Cami’yi okuduk. Hoca üç farklı grupta öğrenci okutuyordu; bir öğleden
önce, bir öğleden sonra ikindiye kadar bir de ikindiden sonra. Gruplardaki bazı
arkadaşları hatırlıyorum mesela Küçük Hamdi’yi hatırlıyorum. Osman Hoca’yı da
çok iyi hatırlıyorum. Abdullah Taşdelen’i hatırlıyorum. Osman Hoca’yı Mirkat
okurken hatırlıyorum mesela.
Osman Hoca’yı evdeki derslerden mi yoksa
Kamer Hatun’da okunan derslerden mi hatırlıyorsunuz?
Kamer Hatun’dan da hatırlıyorum. Orada
İbrahim Subaşı da vardı. Kamer Hatun Camii’nde imamlık yapıyordu. Bir de o
zaman herkes kendi derdinde idi. Şimdiki talebelerin imkânları gibi bir imkân
yoktu. Ayrı ayrı yerlerde kalınıyordu. Ben lisede okuyordum dersten çıktıktan sonra
Hocaefendi’ye derse gidiyordum. Liseyi üç senede bitirdim.
Lise kız erkek karışık mıydı?
Okul Atatürk Erkek Lisesi idi. Onun
muadili Atatürk Kız Lisesi vardı. Bu ikinci okul sanırım Fındıklı’ya yakın bir
yerde idi.
Lise yıllarından arkadaşlıklardan devam
edenler oldu mu?
Aynı camide kaldığımız bir arkadaşımız
vardı mesela vefat etti. Şu anda rahatsız olduğunu duyuyorum Konyalı Abdurrahim
vardı Sinan Paşa Camii’nde müezzinlikten mütekaid bir arkadaşımız. Lisenin son
sınıfına geçtiğim zaman Abdullah Taşdelen “Bizim buraya gel” dedi. Bir sene de
orada Kuledibi’ndeki Şahsuvar Bey Camii’nde kaldım.
Liseyi bitirdikten sonra Hocaefendi’ye “Nereye
gideyim” falan dedim. Ona da sordum. “Hukuka git” dedi. Hocaefendi’nin oğlu da
meşhur bir avukattı, Gümrük Hukukunda İstanbul’un meşhur avukatlarından Faruk
Oralbi.
Oralbi soyadı ne anlama geliyor?
Bilmiyorum. Sonradan soyadını değiştirmiş.
Biliyorsunuz Hocaefendi 150’liklerden. Bir dönem Türk Vatandaşlığından ıskat
edildikten sonra yurt dışına gitmiş. Keşke o günlerde sorsaydık,
yazsaydık. Ama ben hiç unutmam mesela ders okuturken “Allaha namütenahi
şükürler olsun, Ya Rab sen bu çocukları bana nasip ettin ben bunlara ders
okutuyorum” derdi. Ve hiç unutmam bir kaç defa bunu anlattı vatandaşlığa geri
alındıktan sonra dönüyor Beylerbeyi’nde veya Çengelköy’de oturmaya başlıyor. “Ben
çocuklar” derdi “On beş sene sırf elif cüzü okutmak için talebe aradım
bulamadım” derdi. “Sizi buldum Allah’a namütenahi şükürler olsun” derdi. On beş
sene bilhassa Halk Parti devrinde.
Ben Hukuk’u da normal bitirdim. Hukuka
giderken bir taraftan da derse gidiyordum. Zannederim 1962 yılında fakülteyi
bitirdim. 1962 de okulu bitirdikten sonra Hocaefendi’nin oğlunun yanında staja
başladım. Ancak o pek gelmiyordu iş yerine. Staj döneminde çalışmak da yasaktı.
Abdullah Taşdelen’in de çok iyi dostu olan Alaeddin Akçaba’nın kardeşinin
imamlık yaptığı Marputçular Camii vardı, o Yüksek İslam Enstitüsüne gidiyordu,
öğle namazında orada oluyordum ayrıca mukabele okuyordum. Bir sene de öyle
kaldım. Bunu tabi kimseye söylemedik. Söyleseydik baro stajımızı yakardı. Gerçi
bunların resmi bir kaydı yoktu. Staj bittikten sonra askere gittik. Ben askere
gittiğimde 1962, galiba Hoca iyi idi. Hoca 1964’te vefat etti. Vefatında
bulunamadım ne yazık ki.
Şunu da söylemem gerekir ki Babanız Osman
Hoca, İbrahim Subaşı ve bazı arkadaşlar icazetname aldık.
Ermenekli Safvet Efendi |
İcazetnameyi nasıl verdi?
İcazetnameyi bir hattata yazdırdılar. Son
kısmını Hoca doldurdu. “Kale eş_Şeyh Safvet Ermeneki …. ismimizi
zikretmek suretiyle imza etti. İcazetnamenin şeceresi ta Hz. Peygambere kadar
dayanır bilirsiniz. Medrese usulü Arapça fevkalade bir şeydi. Ben ne öğrendiysem
Hocaefendi’den öğrendim.
Askerliğimi Ardahan’da yedek subay olarak
yaptım. Hatta bu görevim sırasında 1963 olması lazım Ardahan’ın bir camisinde
cuma günleri vaaz veriyordum. Bir hukuk mezunu olarak Adli Subay rutbesiyle
askerlik yaptım. Askerlikten döndükten sonra avukatlığa başladım ama mesleğe
ısınamadım. İki veya üç sene çalıştım. Yazıhane açtım. Isınamadım. Bu arada
şunu da unutmayalım ben fakülteyi bitirdikten sonra bir buçuk iki yıl
Arnavutköy’de Mecidiye Camii’nde vekil imamlık da yapmıştım. Fuat (Çamdibi)
Efendi o zamanlar Beşiktaş müftüsü idi. Diyanet’e müracaat ettim ve bu
çalışmamı belirttim. Onlar “Yeni bir kanun çıktı imam hatip okulu mezunu
olmanız lazım” dediler. Bunun üzerine imam hatip okulunu dışardan bitirme
imtihanlarına girdim. Zannedersem 1966’ idi.
Bu arada Bağlarbaşı’ndaki İstanbul Yüksek
İslam Enstitüsüne kayıt oldum. Oraya da fazla gidemiyordum. Zaten benim
okuduğum bildiğim derslerdi. 1970 yılında Enstitüyü bitirdim. Hem de çok iyi
bir derece ile. Vaizliğim devam ediyordu. Erenköy Kur’an Kursunda da hocalık
yapıyordum. Oradan baya güzel talebeler yetişti. Arapça dersi veriyordum.
Bu arada ben İşletme fakültesinde doktora seminerlerini bitirdim.
Hangi üniversite?
İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi.
Hukuk fakültesinde ihtisas seminerleri vardı onun birini hukuk alanında
yapmıştım diğer semineri ise işletme alanında yapayım dedim.
Almanya Dönemi
Sonra Almanya’da bir cami imam arıyormuş.
Ahmet Şimîde (SCHMIEDE, Hanspeter Achmed) isminde bir zat buradan Türkiye’ye
gelmiş. Çok güzel Türkçe konuşan ihtida etmiş bir Alman. Diyanetin bazı
kitaplarını Almanca’ya tercüme etti. Mesela Diyanet’in küçük bir İlmihali vardı
onu Almancaya tercüme etti. Hayrettin Karaman’ın “Helal ve Haramlar” adlı
kitabını tercüme etti. Çok güzel Türkçesi vardı. O konuşurken Türk müdür Alman
mıdır ayıramazdınız. Bu kadar mükemmel Türkçe konuşurdu. Vefat etti, Allah
rahmet eylesin. İstanbul’da soruşturmuşlar. Yüksek tahsili olsun istemişler.
Beni tavsiye etmişler. Geldiler beni çağırdılar ben de 1974 yılında Almanya’ya
gittim.
Bu kuruluşun adı neydi ve nereye bağlıydı?
Güney Almanya İslam Cemaati adında bir
kuruluştu. Sonra Almanya İslam Cemaati olarak adını değiştirdiler. İhvan-ı
Müslimin’in kurduğu bir kuruluştu. Bu kuruluşun Almanya’da çok hizmetleri oldu;
kitaplar çıkarırdı. Orada 1974’ten 1999’a kadar hoca, imam olarak çalıştım.
1962 yılında evlenmiştim, eşimi de götürdüm, bir kızım orada tıp fakültesini
bitirdi. Ben de Almanya’dan emekli oldum. 1999’un sonunda Türkiye’ye döndüm ama
2009’a kadar da gittim geldim. 2009’da Almanya’da oturma hakkımı falan öldürdüm
tamamen Türkiye’ye yerleştim. Şu anda Kur’an’ı anlama ve hıfzımı sağlamlaştırma
çalışmalarıyla meşgulüm.
Mustafa Şeker Hocaefendi |
Hayat serüveninizle ilgili verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Tekrar Safvet Hoca ve Osman Hoca ile ilgili aklınızda kalanlara dönecek olursak neler söylersiniz?
Hocaefendi'nin ders takrirleri fevkalade
idi. Muhtemelen ders öncesi kendisi hazırlık yapıyordu. Hoca yüz elliliklerden
ve vatandaşlıktan iskat edilmiş sonra vatandaşlığa alınmış birisiydi. Dersiam
maaşı alıyordu. Bu nedenle: “Ben aldığım maaşı helal ettirmek ve Allah’ın
huzurunda onun hakkını ödeyebilmek için ders okutmak mecburiyetindeyim” derdi.
Sabahleyin ileri seviyede ders okuyanlar, öğleden sonra orta ve üzeri
düzeydekilere ikindi namazından sonra özellikle Teknik Üniversite’den derse
gelenlerle ders yapıyordu.
Günün farklı zamanlarında değişik
katmanlardan talebelerle ders yapıyordu demek ki.
Çok mükemmel bir ders anlatırdı. Okunacak
kısımları bize okuturdu. Babanız, İbrahim Subaşı ve ben aynı derslerde
buluştuğumuz olurdu. Keşke o zamanlar yaptığımız derslerle ilgili notlar
alsaydık, almadık maalesef. Bazı talebeleriyle ben hala görüşüyorum. Mesela
Of’lu Şakir Efendi vardı Eyüp’te oturuyor. Talebelerinden hayatta kalan da pek
kalmadı. Ben varım. Küçük Hamdi var ki benden bir kaç yaş küçüktür.
Beşiktaş’ta oturuyor. Çanakkale’de görev yapan Zeyneddin Çelik isminde bir
arkadaşımız vardı. O da hasta galiba ara sıra görüşüyorduk. O benden bir yaş
büyük. O da Safvet Hoca’nın talebelerinden idi.
Safvet Efendi’nin hanımı talebelere biraz
soğuk davranırmış diye bir şey duymuştum?
Hocanın hanımı biraz huzursuzdu, istemezdi
Hocanın talebe okutmasını istemezdi.
Yaşadığı sıkıntılardan dolayı belki de?
Belki de. Bir hatıramı anlatayım. Hoca
hafızlığa çok önem verirdi. Hemen hemen talebelerinden hepsi hafızdı. Ders
sırasında şahit olarak Kur’an’dan ayetler geçerdi. Bize “bu ayet nerede geçer?”
diye sorardı. Çoğu kez bilirdik tabii ki. Hafızlığımız hakikaten iyi idi. Şimdi
de anlamak ve unutmamak için okuyorum. Geçmişte Almaya’ya gitmeden önce
İstanbul’da Muammer Topbaş merhumun evinde hatimle teravih kıldırdım. Her
neyse. Ayet gelince çoğu kez bilir bazen da yerini bilemediğimiz olurdu. Hangi
ayet, hangi sure, sayfanın başında sonunda ortasında arkasında… Hocaefendi
hemen okurdu ve “Ulen” derdi. “İşte bu ayet şu şu surede, şu ayetten önce şu
ayetten sonra” derdi. “Sizin ‘Ha’nız gitmiş ‘fız’ınız kalmış” derdi. “Ben atmış
yaşında hafız oldum” derdi. Küçük Hamdi “Ben kırk yaşımda hafız oldum” dediğini
hatırlıyormuş, böyle bir fark var. “Bize ezberlerinizi namazda okuyun” derdi.
Ben namazda okuyorum ve hakikaten namazda okuduğum ayetler daha kalıcı oluyor.
Bir de Kuran’ı anlayarak okumak o da bam başka bir şey.
Mustafa Şeker Hocaefendi ve Ben |
Bu çalışmanız çok güzel düşünülmüş bir
çalışma tebrik ediyorum sizi.
Verdiğiniz bilgiler için ben de size
teşekkür ederim.
[1] Bu kayıt
16 Ekim 2021 cumartesi günü Mustafa Şeker Hoca’nın İçerenköy'deki evinde (14.00-15.30)
yapılmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder